İngilizce içindeki been ne anlama geliyor?

İngilizce'deki been kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte been'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki been kelimesi -dır, -dir, -dur, -dür, -dır, -dir, bulunmak, mevcut olmak, var olmak, bulunmak, -dır, -dir, olmak, yaşında olmak, -yor, -ecek, -acak, -ındı, -indi, tutarında olmak, tutmak, gitmek, bulunmak, ol, hissetmek, -dır, -dir, olmak, çevrede olmak, ileride olmak, geri dönmek, gitmek/ayrılmak/yola çıkmak, çok farklı olmak, -ebilmek, -abilmek, hakkında olmak, yapmak üzere olmak, üzerinde, fazla karmaşık, arasına karışmak, tanımak, tanışık olmak, haberdar olmak, adına göndermek, arayışında olmak, karşı olmak, nefret uyandırmak, kızgın, öfkeli, kaygılanmak, kaygı duymak, istekli olmak, hevesli olmak, gibi görünmek, gibi görünmek, gibi gözükmek, endişeli olmak, kılını kıpırdatmak, kendini sıkmak, ile ilgili olmak, rahat olmak, rahatta durmak, ilgilenmek, çekici bulmak, çekimine kapılmak, kötü olmak, saçları dökülmek, kelleşmek, yerleşik olmak, görevli olmak, çalışmak, -e dayanmak, geçmek, -e dayanmak, iyi bir pazarlık olmak, iyi bir alışveriş olmak, ele avuca sığmamak, cesur olmak, erkek olmak, engel teşkil etmek, engel oluşturmak, başarılı olmak, -e yönelik olmak, bitmiş olmak, izni olmak, kısa sürede başarılı olmak, dikkatli ol, dikkatli olun, bitmiş, işi bitmek, bitirmek, artık yapmak zorunda olmamak, eşit olmak, eşit olmak, sadık olmak, sadık olmak, uslu dur, uslu ol, kontrolü eline almak, temas/irtibat halinde olmak, iletişime geçmek, irtibata geçmek, irtibat kurmak, irtibat halinde olmak, tam da yapacağı iş olmak, ile tanınmak, geç kalmak, itilmek, eşit pozisyonda olmak, benzemek, kendin al, adını/ismini birinden almak, fikrinde olmak, düşüncesinde olmak, görüşünde olmak, sessiz olmak, sus, susun, hemen dönmek, güvende olmak, emniyette olmak, güvenli olmak, emniyetli olmak, söylenmek, -e hazır olmak, benzemek, öyle de olsa, öyle bile olsa, gerekli olmak, alışkın olmak, alışık olmak, alışkın olmak, alışık olmak, istekli olmak, ile berbaber olmak, ile birlikte olmak, beraber olmak, birlikte olmak, beraber olmak, birlikte olmak, değerinde olmak, değmek, değmek, beklemeye değmek, beklemeye değer olmak, kendin olmak, borçlu olmak, kararlı olmak, yakınını kaybetmiş olmak, yas tutmak, saldırıya uğramak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

been kelimesinin anlamı

-dır, -dir, -dur, -dür

intransitive verb (nature)

My mother is short.

-dır, -dir

intransitive verb (state) (durum bildirir)

Barry is ill. // Audrey is hungry. // Tania is right.
Barry hastadır.

bulunmak, mevcut olmak, var olmak

intransitive verb (exist)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
There is a woman of 101 in the house opposite.

bulunmak

intransitive verb (be located) (yer)

The butter is on the table.
Tereyağı masanın üstündedir.

-dır, -dir

intransitive verb (event: occur) (zaman)

The play is at eight o'clock.
Oyunun başlama saati sekizdir.

olmak

intransitive verb (equates two noun phrases)

She is a police officer.

yaşında olmak

intransitive verb (condition: age)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Robert is ten years old.

-yor

auxiliary verb (with present participle: continuous) (şu anda)

Teresa is eating her dinner at the moment.
Şu anda yemek yiyor.

-ecek, -acak

auxiliary verb (with present participle: future) (gelecek zamanı bildirir)

We are playing tennis this weekend.
Bu haftasonu tenis oynayacağız.

-ındı, -indi

auxiliary verb (with past participle: passive) (geçmiş zaman, edilgen)

My wallet was stolen yesterday.
Dün cüzdanım çalındı.

tutarında olmak, tutmak

intransitive verb (cost)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It is seven dollars. That will be ten pounds, please.

gitmek, bulunmak

intransitive verb (have been: go, gone) (bir yere, bir yerde)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I have been to Rome.
Roma'ya gitmiştim (or: Roma'da bulunmuştum).

ol

intransitive verb (imperative)

Be quiet! Be reasonable!

hissetmek

intransitive verb (feel)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm dizzy after that rollercoaster ride.

-dır, -dir

intransitive verb (time) (saat)

It's half past eight.

olmak

intransitive verb (weather) (soğuk, sıcak)

It's cold today; you'll need your hat and gloves.

çevrede olmak

phrasal verb, intransitive (informal (be present, in the vicinity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Not many people are about today.

ileride olmak

phrasal verb, intransitive (figurative (have an advantage) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Compared to the UK, Sweden is ahead in terms of employment security.

geri dönmek

phrasal verb, intransitive (have returned)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I'm back from camp, did you miss me?

gitmek/ayrılmak/yola çıkmak

phrasal verb, intransitive (informal (leave)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's getting late, so it's time for me to be off.

çok farklı olmak

expression (informal (very different from)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Life in Canada is a far cry from what she's used to in Haiti.

-ebilmek, -abilmek

verbal expression (can, have the ability to do)

Claire wasn't able to reach the jar on the top shelf.

hakkında olmak

verbal expression (be on the subject of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My presentation is about the effects of alcohol. This book is about a king who loses his crown.

yapmak üzere olmak

verbal expression (on the point of doing) (bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was just about to step into the bath when the doorbell rang.
Tam banyoya girmek üzereydim ki kapı çaldı.

üzerinde

verbal expression (figurative (morally superior to) (ahlaki olarak)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He's above lying about such things.

fazla karmaşık

verbal expression (figurative (too complex for) (birisi için)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
All this talk of economics is above me.

arasına karışmak

verbal expression (be integrated, assimilated)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The police lost sight of Tom when he was absorbed into the crowd.

tanımak

(know each other) (birbirini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Are you two already acquainted?

tanışık olmak

verbal expression (know [sb]) (birisi ile)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Harry, I believe you are acquainted with Miss Forbes?

haberdar olmak

verbal expression (formal (be familiar with [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Audiences in Ancient Greece were acquainted with the idea of a hero having a tragic flaw.

adına göndermek

verbal expression (mail: be intended for [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This letter is addressed to you.

arayışında olmak

(informal (search for [sth], [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm after a new service provider; which one would you recommend?

karşı olmak

(oppose) (bir şeye/birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Many Americans are against the war.
Bu davranışınız kurallara aykırıdır.

nefret uyandırmak

verbal expression (be considered abhorrent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The newly proposed law is anathema to most small business owners.

kızgın, öfkeli

(irritated, angry) (birisine, bir şeye)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm annoyed at my brother for leaving the room in such a mess.

kaygılanmak, kaygı duymak

verbal expression (be nervous about [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Claire is anxious about her appointment with the dentist tomorrow.

istekli olmak, hevesli olmak

verbal expression (be eager)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The avid fans were anxious to meet their favorite author.

gibi görünmek

verbal expression (seem, look)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ken appears to be very dedicated to his family.

gibi görünmek, gibi gözükmek

verbal expression ([sth]: seem)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The rain appears to be easing off.

endişeli olmak

(be nervous about [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm apprehensive about moving to Japan; I have never lived abroad before.

kılını kıpırdatmak

(UK, vulgar, slang (willing to make effort) (argo)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I asked him to check it for me but he said he couldn't be arsed.

kendini sıkmak

verbal expression (UK, vulgar, slang (willing to make effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The story's quite good so far, but I don't think I can be arsed to read the whole thing.

ile ilgili olmak

verbal expression (be related to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
For many people, Christmas is associated with gifts and shopping.

rahat olmak

verbal expression (relaxed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I am more at ease when my boss is not in the office.

rahatta durmak

verbal expression (not standing at attention)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The troops were at ease on the parade ground.

ilgilenmek

verbal expression (interested by: an idea, etc.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I am attracted to medieval European history; I find it absolutely fascinating.

çekici bulmak

verbal expression (sexually drawn to: [sb]) (cinsel açıdan)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm attracted to him, but he does not even know my name.

çekimine kapılmak

verbal expression (physics: drawn to: [sth]) (fizik)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The positive and negative points of magnets are always attracted to each other.

kötü olmak

verbal expression (unskilled at [sth]) (bir şeyde)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Why is Britain so bad at tennis?

saçları dökülmek, kelleşmek

intransitive verb (lose your hair)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Homer is balding, but he doesn't seem to mind.

yerleşik olmak

verbal expression (having work base)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The consultant was based in Miami but worked all over the country.

görevli olmak, çalışmak

verbal expression (having work base) (bir yerde)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Fernando is based at the firm's São Paulo office.

-e dayanmak

verbal expression (be founded on [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His political ideas are based on his conservative beliefs.Ideally, your decision should be based upon sound reasoning.

geçmek

verbal expression (film: take place) (film: bir yerde)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The movie is based in Seattle, but sometimes episodes take place in Portland.

-e dayanmak

verbal expression (be adapted from [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Many movies are based on true stories. The play is based on the novel of the same name.

iyi bir pazarlık olmak

verbal expression (represent good value, be cheap)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The gloves are a bargain at just £5 a pair.

iyi bir alışveriş olmak

verbal expression (transaction: be agreed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That's a deal!

ele avuca sığmamak

verbal expression (informal, figurative (child: be difficult, badly-behaved) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That boy is a real handful.

cesur olmak

verbal expression (figurative (male: show strength) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You have to be a man about this, and admit that you made a mistake.

erkek olmak

verbal expression (male: reach adulthood)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Dan's young son wants to be an astronaut when he is a man.

engel teşkil etmek, engel oluşturmak

verbal expression (figurative (hinder progress)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The issue proved to be a stumbling block during the peace talks.

başarılı olmak

verbal expression (achieve popularity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The chocolate cake was a real success with the guests.

-e yönelik olmak

verbal expression (be intended for)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This series of videos is aimed at preschool-aged children.

bitmiş olmak

verbal expression (informal (be finished, ended)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The battle was all over in less than three hours.

izni olmak

verbal expression (have permission to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you do not have your passport, you will not be allowed to enter the country. Once they had finished their exams, the students were allowed to leave.

kısa sürede başarılı olmak

verbal expression (be immediately popular)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The TV show proved to be an instant success.

dikkatli ol, dikkatli olun

interjection (be cautious, prudent)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Be careful! You don't know what's out there!

bitmiş

(have been carried out)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Once your chores are done you can play the Playstation.

işi bitmek

(informal (have finished doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Are you done yet?

bitirmek

verbal expression (informal (have finished doing [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I'm done stacking the shelves; what should I do next?

artık yapmak zorunda olmamak

verbal expression (informal (have finished [sth] undesirable) (bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm a college graduate now; I'm done with waiting on tables!

eşit olmak

verbal expression (be the same as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
What you just did is equivalent to stealing.

eşit olmak

verbal expression (equal, equate to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A litre is equivalent to 0.264 US gallons.

sadık olmak

verbal expression (not cheat sexually on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I will only stay with my boyfriend if he is faithful to me.

sadık olmak

verbal expression (adhere closely to) (bir şeye)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Try to be faithful to your principles.

uslu dur, uslu ol

interjection (do not misbehave)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)

kontrolü eline almak

verbal expression (figurative (have control) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If he thinks he can lead the team better, let him have the driver's seat.

temas/irtibat halinde olmak

verbal expression (informal (stay in contact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Are you two still in touch?

iletişime geçmek, irtibata geçmek

verbal expression (informal (make contact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We'll be in touch soon.

irtibat kurmak

verbal expression (informal (make contact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Have you been in touch with her recently?

irtibat halinde olmak

verbal expression (informal (habitually be in contact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Are you still in touch with your friends from high school?

tam da yapacağı iş olmak

verbal expression (informal (be typical, expected of [sb]) (birisinin)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's just like Alice to lock herself out of her own hotel room.

ile tanınmak

transitive verb (be identified or famous for)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That restaurant is known for its excellent seafood.

geç kalmak

verbal expression (not arrive on time)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We have a departmental meeting this morning so I daren't be late. Don't be late for your own wedding.

itilmek

verbal expression (be prompted) (bir şeyi yapmaya)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We were led to believe that the chemical was not dangerous, but it turned out to be highly toxic.

eşit pozisyonda olmak

verbal expression (UK, informal (be in equal position)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

benzemek

(resemble)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Michael is just like his father: he loves to play tennis.

kendin al

expression (help yourself)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
If you want some lemonade, be my guest!

adını/ismini birinden almak

verbal expression (be given the same name as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was named after my mother's best friend. The park was named for the town's mayor.

fikrinde olmak, düşüncesinde olmak, görüşünde olmak

verbal expression (believe, think)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My husband thinks autumn is the best season, but I am of the opinion that winter is better.

sessiz olmak

intransitive verb (stop talking, not speak)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Once they started drawing with their crayons, the children were very quiet.

sus, susun

interjection (stop talking or making a noise)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Be quiet! I can't hear what the teacher is saying!

hemen dönmek

verbal expression (informal (return soon)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I'll be right back; I have to run over to the grocery store for some eggs.

güvende olmak, emniyette olmak

intransitive verb (not be in danger)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I locked the documents in the drawer, so now they're safe.

güvenli olmak, emniyetli olmak

intransitive verb (not be dangerous)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The manufacturer guarantees that these toys are safe for children.

söylenmek

transitive verb (be described as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It´s said to be a very good restaurant.

-e hazır olmak

verbal expression (be ready to: do [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
We were all set to leave, but Ann made us wait while she looked for her cell phone.

benzemek

verbal expression (resemble, be like)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This painting is very similar to one painted by Titian.

öyle de olsa, öyle bile olsa

expression (despite [sth])

The weather forecast says there will be heavy rain tomorrow. Be that as it may, we will not cancel the open-air concert.

gerekli olmak

verbal expression (be supposed to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Students, you're to arrive at 8:00 so that we can take a group photo.

alışkın olmak, alışık olmak

verbal expression (familiar with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jen is used to noise; she has six children.

alışkın olmak, alışık olmak

verbal expression (accustomed to doing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm used to skipping lunch because I'm always so busy.

istekli olmak

transitive verb (agree freely to)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I'm willing to finish the report myself, but you'll have to give me more time.

ile berbaber olmak, ile birlikte olmak

(be in company of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dying woman wanted to be with her family in her last days.

beraber olmak, birlikte olmak

(informal (date) (çıkmak anlamında)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She's been with her current boyfriend for nearly a year.

beraber olmak, birlikte olmak

(informal, figurative (showing solidarity) (destek vermek anlamında)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The crowd responded to her speech with shouts of "We're with you, Amelia!"

değerinde olmak

verbal expression (have the value of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dealer said the vase was worth £200 but I had hoped for more.

değmek

verbal expression (merit)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Is it even worth doing?

değmek

verbal expression (merit possible danger or loss) (tehlikeye, riske, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I know it seems expensive but I know it will increase in value so I think it will be worth the risk.

beklemeye değmek, beklemeye değer olmak

verbal expression (informal (be good enough to justify a delay)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's taken a long time to finish but it's been worth waiting for.

kendin olmak

intransitive verb (behave naturally)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I know you're nervous about the interview, but just be yourself and you'll do fine.

borçlu olmak

verbal expression (be morally obligated to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I won't accept the gift because I don't want to be beholden to her.

kararlı olmak

transitive verb (be determined about [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

yakınını kaybetmiş olmak

verbal expression (be deprived of loved one)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

yas tutmak

(grieve, lose [sb] close)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It is hard to know what to say to someone who is bereaved.

saldırıya uğramak

verbal expression (under attack: from enemy)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The campers were beset by a family of bears.

İngilizce öğrenelim

Artık been'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

been ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.